Konu ile ilgili elbette pek çok ebeveyn, hamileliğin ilk günlerinden itibaren çocuklarının iç dünyalarının nasıl olacağını, kişiliklerini, yaşamda nasıl yön bulacaklarının merakıyla; okuyup, araştırmışlardır. Kendimden biliyorum:) Bu blog, hafızama biriktirdiklerimi paylaşmaktan ibaret olduğu için, büyük ihtimalle okuduğunuzda anımsayacağınız satırlar olabilir. Kişisel deneyimlerim ve işim gereği binlerce çocukla sohbet etme fırsatı bulabildiğim için, bu tecrübelerimi harmanladığım yazımı yararlı bulacağınızı umuyorum.
Yaşadığımız yüzyılda, geçmişe çok göz kırpmadan, psikoloji dendiğinde aklımıza gelen Freud’a göre bebeklerimiz, dünyaya geldiklerinde içgüdüsel ve bencil dürtülerle donanımlı olarak bize katılıyorlar. Günler, haftalar, aylar geçiyor. Anne ve babaların değerleri ve kuralları evin yeni ferdi tarafından yavaş yavaş çözülmeye başlıyor ve henüz kelime bile kullanmadan, sadece sesiyle “ben buradayım” demeye çalışan yeni birey, kendinden beklenilmeyecek kadar radikal bir gelişimle, bu gerçekçi yaklaşıma adapte olarak dünyaya selam veriyor. Bu durum, belki de insanlık için en önemli olan oluşumu, yani, “ vicdanı” şekillendiriyor.
Peki ya Lacan? Lacan’a göre bebekler 6-18 ay arasındaki dönemde gerçekleşen “Ayna Evresi”ile bebek, kendi davranışlarını, yetişkinlerde ve karşılaştığı diğer çocuklarda görüyor. Bu yansımada zaman içinde kendi yansımasını buluyor ve bununla varolmayı öğreniyor. İşte o meşhur “ego”nun devreye girdiği an. Benlik algıları dışarıdan gelen etkilerle ilişkileniyor. Çocuğun şekillendirdiği kimlik, içeriden gelmek yerine, dışarıdaki koşullar tarafından oluşturuluyor. Ergenlikten yetişkinliğe geçtiğimiz dönemde sık sık alt etmeye çalıştığımız yabancılaşma ve bölünme çocuğun benliğine imzasını atıyor.
Bilimsel yaklaşımlara kısa bir özetle baktık. Laf aramızda ben Lacan’cıyımdır. Ayna Evresini sosyal hayatımda pek çok eşleşmeyle test etmiş biri olarak, hem çocuklarla hem de yetişkinlerle ilişkilerimde birebir yaşadım. Konuya kendi penceremden bakmak ve size de bu pencereyi açmak istediğimden, en önemlisi bir anne olarak, çocuğunuzun psikolojisini anlamaya çalışmanın en büyük destek olduğunu düşündüğümü söylemek istiyorum. Ebeveyn olarak kendimizi asla bir kategoriye sokmamamız gerekiyor. Hiçbirimizin iyi ya da kötü yanları bir derecelendirmeye tabi tutulmuyor değil mi? O halde belki de çoktan farkında olmadan yaptığımız güzel şeylerin altını çizerek başlamaya ne dersiniz? Çocuğumuzun sevdiklerini, hoşlanmadıklarını, güldüklerini, onu ağlatan şeyleri, motivasyonunu arttıran durumları, adeta depresyona girdiği durumları… Bazen bunların hepsini bildiğimizi sanıyoruz. Sonra durup düşünüyoruz ve “çocuğum büyüdükçe her şey değişiyor” diyerek pes ettiğimiz zamanlar da oluyor. Çocuğumuz yaş aldıkça değişiyor, doğru. Peki ya biz? Hep aynı mı kalıyoruz?
“Hayır”lar çoğunluktaysa, devam edelimJ Çocuğumuzu anlamak için ne yapmalı? Birkaç psikolojik ipucuna ne dersiniz?
Psikoloji mi Çocuk Psikolojisi mi?
Başlığı, bu iki kavramın birbirinden ayırmayı doğru bulmadığım için yukarıya bıraktım. Çocuk psikolojisi, gelişim psikolojisinin önemli bir parçası olmakla kalmaz, aynı zamanda en çok incelenen türlerden biridir. Psikolojik sorunlarda “Çocukluğa dönelim” düsturunu hepimiz hatırlarız sanrım. Doğumdan ergenliğe kadar çocukların psikolojik süreçlerine odaklanan bu tür, motor beceriler, bilişsel gelişimler, dil becerileri, sosyal değişimler, duygusal iniş çıkışlara kadar pek çok konuyu kapsıyor.
Sıklıkla yaptığımız bir hata, çocuğumuzun yeteneklerini ya da yeteneksizlik olarak gördüğümüz durumları yorumlama biçimimiz. Onları anlamaya çalışmıyor, değerlendirmeyi ön plana alıyoruz. Onlar hakkındaki yorumlarımız, onları anlamadığımız sürece, bir daha bulma şansına sahip olmadığımızı bildiğimiz, okyanusa attığımız taşa benziyor. Bizim anne-baba olarak rolümüz, çocuğumuzun psikolojik gelişiminin tüm evrelerini bilme yeterliliğine sahip olmaktır. Bizler birer anahtarız. Kişiliklerinin farkında olmalarını sağlayacak anahtarlar.
Sıra geldi ipuçlarına…
Öncelikle arkamıza yaslanıp bir düşünelim diyorum. Biz çocuklarımız için niçin varız? Güven ihtiyacı mı? Her zaman yanında olmak mı? Tüm ihtiyaçlarını karşılamak mı? Sevgi vermek mi? ………..Liste uzayıp gidiyor değil mi? Tabii ki hepsi. Bir çocuk dünyaya getirdiğimizde verdiğimiz bu muhteşem kararla ortaya çıkan en belirgin kabulleniş, onun bize değil, bizim ona ait olduğumuz bilmekten geçiyor. İşte ait olduğumuz karşılıksız sevgimizin bizden istediği, ama bir türlü söyleyemediği birkaç şey var. Hadi bakalım…
İzlemek
Çocuğumuzu anlamak ile ilgili ilk adımımız onları izlemekten geçiyor. Yaptıklarına, söylediklerine ilgi göstermek. Yemek yerken, uyurken, oynadığı zamanlarda, kısacası tüm günlük yaşamında hareketlerini, sözlerini, ifadelerini izleyin. Benzersizliğini gördüğünüz çocuğunuz şekillenmeye başlıyor, kişiliği oluşuyor. Parktasınız ve bir sürü diğer çocukla birlikte, gözünüzü ayırmadığınız çocuğunuzu asla başkalarıyla karşılaştırmamanız gerektiğini elbette biliyorsunuz. Zira bu durum sizi strese boğmanın yanında, çocuğunuzun kendini kötü hissetmesine de yol açıyor. Onu, hayatını şekillendirirken izlediğimizi, asla yargılamadığımızı bilmesi çok ama çok önemli.
Harika zaman geçiriyoruz…
Biliyorum, çoğumuz iş ve ev arasında kendimizi unuturcasına koşuşturuyoruz. Çocuğumuzla vakit geçiremediğimizin altını çizmek için muhteşem bir mazeret. Bizim bu halimizi gördüğünde, kendi yaşamıyla da ilgili ipuçları bulacağının farkında mıyız? Anne ya da baba olduğunda böyle olacağını düşünüyor. Bana kalırsa artık değişim zamanı geldi. Çünkü onu anlamak istiyorsak, onunla vakit geçirmemiz gerekiyor değil mi? Okuldan alıp yolda geçirdiğimiz zamanlardan, ya da yemek yerken ettiğimiz iki çift laftan bahsetmiyorum. Sadece siz ve çocuğunuz. Çay, kahve ya da çikolatalı sütümüzle ettiğimiz yirmi dakikalık muhteşem sohbet gerçekten paha biçilemez. Düşüncelerini, onun yanınızda değilken yaşadıklarını, müzik, bir kitap ya da sevdiği bir televizyon programı hakkındaki sohbet, onu size, sizi ona bağlayacak harika bir fırsattır. Bütün bunlara ek onu tanımaya başlamak olağanüstü bir deneyimdir.
Plansızlık Güzeldir…
Planlarımız her zaman tutmaz değil mi? Şu işimi halledeyim, hemen seninle oyun oynayacağız… Telefon konuşmamı bitirir bitirmez yandayım… Verilen ama bir türlü tutulamayan sözler. Spontane bir şekilde geçirdiğiniz vakitlerin, akışına bıraktığınız zamanın değeri çok büyüktür. Her şeyi bir zaman dilimine sığdırmak çok yorucu olsa gerek. Birlikte geçirdiğimiz zamanın bölünmeyen, dikkatimizin onun üzerinde olduğunu açık açık belirterek, bizim hakkımızda onun da fikir edinmesine izin verdiğimiz bir zaman olması çok önemli.
Çocuğumuz ve Çevresi
Çocuğumuzun davranışlarının çevresi tarafından şekillendiğini yazının başında aktarmaya çalışmıştım. Sosyolojik araştırmalarla da kanıtlanmış bir gerçek. Bu, öyle bir şekillenme ki, beyni, dili, bilişsel becerileri ve kıyas özelliklerinin iskelet yapısını oluşturuyor adeta. Bu yüzden onun çevresinin bizim de çevremiz olduğunu ve nasıl kendi koşullarımızı kendimize uygun hale getiriyorsak, onun da bunu yapmaya çalışırken bize ihtiyacı olduğunu unutmamak gerekiyor.
Bize ne anlatmak istiyor?
Çocuk aklının nasıl işlediğini kendimizi çözmeye çalışarak bulabiliriz. Bizim aklımız nasıl çalışıyordu küçükken? Belki buna biz cevap bulabiliriz. Ama çocuğumuz için bu durum, adeta milyonlarca bilinmeyeni olan bir denklem. Deneyimlerle şekillenen aklının farklı durumlarda nasıl tepki vereceğini ona aktarmak, önemli görevlerimizden biri. Karar verme becerisini, sosyal, mantıklı ve bilişsel yeteneklerini çözmesini sağlayabiliriz. Yanlış deneyimlerinin de onun gelişimindeki tuğlalardan biri olduğunu unutmamalıyız.
Dinlemek rahatlatıcıdır..
Çocuğumuzla konuşurken, karşılıklı olarak iyi hissettiğimizi söylememe gerek yok. Ama dinlemek çoğu zaman konuşmaktan daha etkili oluyor. Onun konuşmasını sağlamak hiç de zor olmasa gerek. Seveceği bir konu bulmak kadar kolayJ Tonlar, kelimeler, ifadeler, beden dili… işte o konuşurken onu anlamak için dikkat edeceklerimiz. Çocuğumuzu dinlediğinizi göstermek ve onaylamak da işin püf noktalarından…
Yolumuz uzun…
Kendilerini farklı şekillerde ifade eden pırıltılarımıza bu yolda ışık tutmak çok önemli değil mi? Çizmek mi hoşuna gidiyor, yoksa yazı yazmak mı? Hayal güçlerinin onlara yol verdiğini unutmadığımız sürece pek çok konuda destek olabiliriz. Kısa bir notJ Onları sanatla ne kadar erken tanıştırırsak, kendi kimliklerini bulmalarındaki yolu o kadar kısaltmış oluruz..
Hangi soru?
Bildiğiniz bir şeyi daha hatırlatmak istiyorum. Evet mi, hayır mı diye yanıtlayacağı sorular sormak yerine, açıklama yapmasını sağlayacak sorular, kendisini size tanıtması için harikulade bir yoldur.
Zamanı yakalayın
Günler ne kadar çabuk geçiyor değil mi? Özellikle içinde bulunduğumuz dönem. Ardı arkasına teknolojik gelişimler, değişimler ile bunların hayatımıza verdiği yön. Eskide yaşamak gibi bir niyetimiz yok. O zaman çağı yakalamak için bize en büyük destek olan çocuğumuza kulak vermek, onu tanımamıza yarayacak müthiş yollardan biri.
Çocuğumuzu anlayamadığımız zaman neler oluyor?
Çocuklarımızın psikolojilerine dikkat etmek, onları dinlemek, daha da önemlisi onları tanımak, şüphesiz ki, hayattaki en önemli görevlerimizden biri. Peki bu görevi yerine getirmezsek neler olabilir? Zamanında tedbirler almayı başaramazsak? Yazımın sonunda çocuklarda görülebilecek psikolojik rahatsızlıklardan bahsetmek istedim. Pedagogların bize her zaman hatırlattığı gibi, değişik tavırlar, kaba davranışlar, dikkat eksikliği gibi ilk başta geçebileceğini düşündüğümüz ancak tedbir almadığımız sürece giderek yoğunlaşan psikolojik rahatsızlıklara yönelecek sorunları ortaya çıkmadan önce engellemek, tamamen bizim elimizde. İşte o rahatsızlıklardan birkaçı:
1-Dikkatsizlik, hiperaktivite ve dürtü bozuklukları ile gözlemleyebileceğimiz rahatsızlıklar indigo ve kristal çocuklarda sıkça rastlandığı söylenen hiperaktiviteyi çağırıyor adeta. Bu davranış bozukluğu agresiflik ve aşırı heyecanla beraber gözlemlenebilir.
2-Ani ruh dalgalanmaları, uyuşukluk ve öfke nöbetleri, hayal kırıklıkları ve meydan okumaya yönelik davranışlar, depresyon belirtisi olabilir.
3-Aşırı endişeli olduğunu gözlemlediğimiz çocuğumuzda anksiyete bozukluğu başlamış olabilir.
4-Sosyal becerilerin eksikliği, rutinin değişmesi ve tanıdık çevre, göz teması, alışılmadık jestler ve yüz ifadeleri, empati eksikliği ve motor becerilerdeki aksaklık gibi durumlar, Asperger Sendromunu işaret ediyor olabilir.
5-Dikkatsizlik, zayıf hafıza, yetersiz koordinasyon, talimatları veya yönergeleri takip edememe Öğrenme güçlüğünün habercisi sayılabilir.
6- Yeme bozuklukları, özellikle ileri yaşlarda dikkate alınmalıdır. Anoreksiya veya bulimia gibi sorunlar dikkatle takip edilmelidir. Bu bozukluklar genellikle kilo alma ve fiziksel görünüme ilişkin obsesif düşüncelerin sonucudur.
Kabul ediyorum, çocukların psikolojisini anlamak zor olabilir. Birden fazla çocuğunuz varsa ilk çocuğun psikolojisi, küçük olandan farklılık gösterebilir. Bizler nasıl birbirlerimizden ayrı düşüncelere sahip bireylersek, çocuklarımızı da öyle kabul etmeliyiz. Onları anlamak için gayretimiz, birbirine bağlı ve kopmayacak ailelerin ilk adımlarından biri olduğunu söylemek, yanlış olmaz sanırım. Elimden geldiğince, bir anne olarak, sizlerle, biriktirdiğim deneyimlerimi paylaşmak istedim. Umarım işinize yarar:)
Figen Bahtoğlu
2018
Yorum bırakın